Prof. Dr. Nilgün Sarp, sevgisiz kalmış, ihtiyaçları karşılanmamış çocuklarda psikopatolojiler meydana gelebileceğini söyledi ve aileleri uyardı: "Bebeğinizin ihtiyaçlarını zamanında ve düzenli olarak karşılayın. Bebeğinizi uzun süre ağlatmayın, onunla konuşun, sevin, sarılın..." Habertürk'e açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Nilgün Sarp, her anne ve babanın bilmesi gerekenleri anlattı. Habertürk'ten Demet Demirkır'ın haberi...
Çocukta fiziksel ihtiyaçlar kadar ruhsal ihtiyaçların da önemli olduğuna dikkat çeken İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili ve Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün Sarp, sevgisiz kalmış, ihtiyaçları karşılanmamış çocuklarda psikopatolojiler meydana gelebileceğini söyledi ve aileleri uyardı: "Bebeğinizin ihtiyaçlarını zamanında ve düzenli olarak karşılayın. Bebeğinizi uzun süre ağlatmayın, onunla konuşun, sevin, sarılın..." Habertürk'e açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Nilgün Sarp, her anne ve babanın bilmesi gerekenleri anlattı.
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Uzman Katılımlı Çocuk Gelişimi ve Psikopatolojisi Sempozyumu gerçekleştirildi. Bu, psikopatoloji alanında düzenlenen ilk sempozyum. Önemine değinir misiniz?
Çocukluk çağı çok önemlidir. Anne karnından başlayan hatta annenin bebek sahibi olmadan önceki fiziksel ve ruhsal süreciyle başlayan ve çocuğun doğumundan 18 yaşına kadar süren bir süreç bu.
Bebeğin sağlıklı gelişimle ilgili ihtiyaçlarının karşılanmaması daha sonra çocukluk döneminde, ergenlik döneminde veya yetişkinlik döneminde çeşitli sorunlara yol açıyor. işte bu sorunlar psikopatoloji olarak adlandırılan bazı sorunlardır ve ülkemizde ilk kez bu sempozyumda konuşuluyor. Sempozyuma alanının uzmanlarını davet ettik. Bebeklikten 18’inci yaşa kadar olan tüm psikopatolojileri kapsıyor. Bebeklerde bağlanma döneminden başladık, uyku sorunları, bebeklik döneminde hiperaktivite, saldırganlıklar, sosyal medya bağımlılığı, bağımlılık yapan bazı oyunlar gibi konuları ele aldık. Bu sorunların altında hep bebeklik dönemindeki bağlanma sorunları yatıyor. Aileler bunların farkına varmalı ve ne tür sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını bilmeliler.
Yakın zamanda yapılan bir çalışma, atalarımızdan bizlere genler aracılığıyla geçen psikolojik problemler olabileceğini gösterdi. Anneanne veya büyükbabanın yaşadığı psikolojik sorunların torunları etkilemesi gerçekten mümkün mü?
Bu konuda çok fazla çalışma yapılıyor. Son yıllarda yapılan çalışmalar çeşitli etkenlerin genleri değiştirdiğini ortaya koydu. Dededen gelen bazı özellikler genlerde değişikliğe yol açıp daha sonra çocuklara aktarılıyor. Hatta 'Dede koruk yer, torunun dişi kamaşır' denilir Türkçe'de de. Örneğin; korkaklık ve çekingenliğin genetik geçişli olduğu kanıtlandı. Bu çalışmalar bitmeyecek, hatta yenileri de yapılmaya devam edecek.
Çocuklarda görülen psikopatolojiler nelerdir, nasıl ortaya çıkıyorlar?
Psikopatoloji, normalin dışında çeşitli nedenlerle (genetik nedenler, çevresel nedenler, aile içi etkiler) çocuğun gelişiminin sekteye uğraması, çocuğun gelişiminin bozulması ve bunun sonucunda birtakım sorunlar ortaya çıkmasıdır. Örneğin; otizm, saldırganlık, duygudurum bozuklukları, uyku bozuklukları, hiperaktivite, intiharlar... Bunların hepsi çocukluk dönemi psikopatolojileri içinde yer alır.
Bu sorunların mümkün olduğunca erken teşhis edilmesi gerekir. Bir şeyi ne kadar erken tanırsak o kadar erken önlem almaya başlayabiliriz. Bu önlemler sayesinde sorunu tamamen ortadan kaldırabiliriz veya sorunu en aza indirgeyebiliriz. Bu anlamda erken tanı ve teşhis bizim açımızdan hayatidir. Burada en kritik yaş 0-2 yaştır, hep atlanan yaş 0-3'tür. Ne yazık ki bizim sorunumuz bu yaşları kaçırma. Sadece fiziksel anlamda değil, çocuğun ruhsal anlamda da gelişimine dikkat edilmelidir. Eğer anne ve bebek arasında sağlıklı bir bağlanma yoksa bebeğin ihtiyaçları yeterince karşılanmıyorsa bu sorun daha sonra çekingenlik, korku, saldırganlık gibi farklı davranışsal özelliklerle ortaya çıkıyor. Günümüzde yaşadığımız her tür sorunun temeli orada yatıyor.
0-3 yaş, bebeğin kendisini çok da ifade edemediği dönemler. Bunu anlamak için ailelere ne gibi görevler düşüyor?
İşte o nedenle bu dönem çok önemli. Çocuk savunmasız ve kendisini ifade edemiyor, ihtiyaçlarını sadece ağlayarak anlatabiliyor. O dönemde aile dikkatli olmalı, sorunun farkına varmalı. Peki, ailelere ne gibi görevler düşüyor? Bebeğin ihtiyaçlarını zamanında ve düzenli olarak karşılamalılar, bebeği çok uzun süreler ağlatmamalılar çünkü bu tür fizyolojik ihtiyaçların ve duygusal ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Bebeklerini sevsinler, onlara dokunsunlar.
0-2 yaşın çok önemli olduğu yapılan araştırmalarla gösteriliyor. O dönemde yeterince ilgi ve sevgi gösterilmeyen, ihtiyaçları karşılanmayan çocukların zekaları gelişmiyor. Sevgi, hormonların gelişimini aktive ediyor. Örneğin; yuvada gelişen çocukların gelişimleri geride. Beslenmeleri tam olsa da, sevgi olmadığı için büyümeleri, gelişmeleri çok yavaş.
O çocuklar koruyucu ailelere verildiğinde çocukların 6 ay sonra büyüme başladığı görülüyor ve 2 yılda yaşıtlarını yakalıyorlar. Yani sevgi büyüme hormonunu da tetikleyen bir unsur.
Başka bir konu da çok uzun süre ağlayan çocuklar... Bu çocukların beyin gelişiminde, beyindeki bağlantılarda sorunlar yaşanıyor. Bu da depresif, çekingen, içe kapanık, donuk bebeklere neden oluyor. Yuvadaki çocuklarda bunu görürüz, o nedenle biz ailelere şunu öneriyoruz; bebeğinizle sürekli konuşun, ona kitap okuyun, şarkı söyleyin, oyun oynayın, sarılın, sevin, yumuşak bir ses tonu kullanın. Bunlar, güvenli bağlanmayı sağlıyor ki o çocuk daha sonraki sosyal ilişkilerinde kendine güvensin, girişken bir birey olabilsin.
Huzurun ve ilginin olduğu noktada bebek de bize daha olumlu şekilde cevap veriyor. Sağlıklı büyüyor, beyin gelişimi sağlıklı oluyor, meraklı oluyor, öğrenmeye açık oluyor ve gülen bir yüzü oluyor.
Çocukluk psikopatolojisi denilince benim aklıma korunmaya muhtaç çocuklar, zorbalığa maruz kalan çocuklar, ebeveyniyle anlaşamayan çocuklar geliyor. Bu sorun aslında sağlıklı çocuklarda da ortaya çıkabiliyor, değil mi?
Sağlıklı bir çocuk doğdu, ardından o çocukla hiç ilgilenilmedi. Eğer çocuk bakımsız ise, sevgi ve ilgi yetersizliği de varsa o çocuklar aynı yuvalarda yetiştirilen korunmaya muhtaç çocuklar gibi tepkiler verebiliyor.
Nedir bu tepkiler? Otururlar, kendi etraflarında sallanırlar, parmak emerler, kafalarını duvarlara vururlar, donuk donuk bakarlar (apatik bakış),ilgisizdirler, tepkisizdirler, hiçbir şeye tepki vermezler, ağlamazlar bile... Literatürde, hasta köpeklerdeki yüz ifadesine benzetilir. Boş boş bakarlar, mutsuz bir ifadeleri vardır. Yuvalarda ilgisiz, sevgisiz büyüyen çocukların hastalıkları literatürde hospitalizm diye geçer. Sağlıklı evlerde doğan çocuklarda bu olmaz ama anne baba olduğu halde bu tür çevresel etkiye maruz kalan çocuklarda da olabilir.
Günümüzün en önemli sorunlarından bir tanesi de; aileler televizyonu bakıcı gibi kullanıyor. Akıllı telefon, tablet çok küçük yaşlardaki çocuklara veriliyor. Yapılan yeni araştırmalar, yenidoğan bebeklerin yüzüne bakıp gülümseyerek ağzınızı açtığınızda onun da ağzını açtığını ortaya koydu. 'Bebek anlamaz' diye düşünmeyin, ayna etkisidir bu ve burada iki yönlü ilişki vardır. Telefona ya da televizyona maruz kalan çocukta tek yönlü iletişim oluyor.
Çocuğu saatlerce televizyonun karşısına oturtmak, yalancı otizm denilen otizmsel etkilere yol açabiliyor. Çocuğun tepkilerinde azalma, dil gelişiminin yetersiz olması, sosyal gelişiminin yetersiz olması gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu da, çocuğu sosyal iletişimi yetersiz olan çocuklara dönüştürebiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü, 5 yaşın altındaki çocuklar için bir kılavuz yayımladı. Bu kılavuza göre; 5 yaşından küçük çocukların ekran karşısında günde bir saatten fazla zaman geçirmesi gerektiği belirtildi. Bu kurala uymayan aileleri gelecekte birtakım sorunların beklediğini söylemek doğru olur mu?
Kesinlikle! Bizler, ailelere '3 yaşa kadar çocuğunuza televizyon seyrettirmeyin' diyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, 5 yaş diye açıkladı ama biz onu 6 yaş olarak değerlendiriyoruz. Çocukların ellerine 6 yaşa kadar akıllı cihazları vermeyelim. 9 yaşa kadar internete girmesin, ödevi varsa anne baba eşliğinde kullansın. 12 yaşa kadar da sosyal medyada hesap açmasın.
Psikopatolojiler göç etmiş bireyleri de etkiliyor kuşkusuz... Başka bir ülkeye taşınmak zorunda kalan çocuğu nasıl değerlendirirsiniz?
Göçler aile sağlığını etkileyen en önemli sorunlardan bir tanesidir. Çocuklar alıştıkları yeri isterler, çocuklar kendi yataklarında uyumak isterler. Güven duygusunun gelişmesi için çocuğun alıştığı rutinler çok önemlidir. Göç zaten travmatik bir olaydır. Hatta bu da genlerle aktarılıyor. Travmatik toplulukların geçmişine baktığınızda göçler var, savaşlar var, tacizler ve tecavüzler var. Bu, jenerasyon boyu aktarılıyor, yeni nesil bu yükle dünyaya geliyor.
Göç unsuru zaten travmatik bir olay. Çocuk, o göçün de, ailesinin de korkusunu yaşıyor. Göç sırasında yaşanan travmalar, yol boyunca doğru dürüst beslenememe, olumsuz çevre koşulları, çocuğun aşılarının aksaması vb... Bir sürü faktör var. Aile, varlığını koruma derdinde olduğu için çocuğu rahatlatamıyor. Bu durum afetlerde de geçerli. Ancak çocuğu o durumlarda rahatlatmak gerekiyor.
Göçmen sağlığı ile ilgili bir sempozyumda, ötekileştirilen kişilerin ileride tehdit olabileceği belirtilmişti. Bununla ilgili ne düşünüyosunuz?
Çocuğun bilinç altında 'Sen bizden değilsin' duygusu yaşatılır. İstenmeyen gibi düşündükleri için savunma mekanizmaları geliştirmeye başlarlar. Oysa dünya koca bir köy ve hepimize ait, orada hepimize yer olabilmeli. Eğer biz onları anlayıp, onlarla aynı dili konuşur hale gelmezsek öfkeyle patolojik olaylar gelişebilrir.
Kaynak: HaberTurk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder